Polonya'da Erasmus Maceram - 2


Polonya maceram son hızıyla devam ederken, bir yandan da yaşadığım duyguları size anlatmanın sevincini yaşıyorum. Bu yazı, bir önceki yazımın devamı niteliğinde olup, Polonya’daki ilk günlerimi konu almaktadır.

Şehrin Uçaktan
Görünümü
.
Uçağım Varşova’da bulunan Friedrik Chopin Hava alanına iniş yapmıştı. Şehrin soğuğu, benim gibi bir Hataylı için felç geçirme sebebi olabilirdi. Uçağın yanına bir otobüs yaklaştı ve bizi hava limanı binasına doğru götürdü. Pasaport kontrollerimiz yapıldıktan sonra nihayet işlemlerimiz bitmişti. Yol arkadaşımla beraber çantalarımızı aldık ve şehir otobüslerinin olduğu yere doğru gittik.


Yusuf, kendisinin başka bir şehre gideceğini, üniversitesinin Poznan adlı bir şehirde olduğunu, Varşova’ya tam on saat uzaklıkta olduğunu ve bu yüzden otogara gitmesi gerektiğini söyledi. Artık yollarımız Yusuf ile orada ayrılacaktı. Ben tek başıma üniversiteyi bulmak zorunda kalacaktım.

Yusuf ile Atina Hava Limanı'nda Çekildiğimiz bir Fotoğraf
Biraz kötü hissettiğimi itiraf etmeliyim. Nerede ineceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Yalnızca hangi otobüse bineceğimi biliyordum. Durakta bekliyorken sonunda beni üniversiteye götürecek otobüs geldi ve pek de cesaretli olmayan adımlarla otobüsün içine girdim.

Açıkçası biraz tedirgindim. Akıbetim hakkında pek düşünemiyordum.  Daha sonra otobüsün içinde şehre yeni geldikleri belli olan, elleri valiz dolu üç genç fark ettim. Yanlarında da sanki onlara şehri tanıtır gibi konuşan genç bir bayan vardı. İngilizce konuşuyorlardı. Konuşmaları arasında birkaç kelimeyi seçebiliyordum. Daha sonra Erasmus hakkında konuşmaya başladılar. Ben bunu duyunca garip bir rahatlık hissettim. Yanlarına yaklaştım ve kendimi tanıttım. Onlar da Erasmus programıyla Polonya’ya gelmişlerdi ve şansa bakın ki bu üç genç Türkiye’den gelmişlerdi. Aslen ikisi Kırgızlı ve biri Pakistanlı olup Türkiye’ye öğrenim görmek için gittiklerini ve şu an üçüncü sınıfta olduklarını söylediler. İyi düzeyde Türkçe konuşuyorlardı. O anda ne kadar rahatladığımı anlatamam.

Hem İngilizceyi hem de Türkçeyi iyi düzeyde konuşan bu arkadaşların bana çok yardımı dokundu ve nihayetinde kalacağım yurdu buldum. Bana eşlik eden bir hocanın yardımlarıyla odama girdim.
Oda, üç kişilik bir odaydı ve ancak on beş metrekare gelirdi. Oda küçük olsa da içi güneş alıyordu. Bu nedenle içi sıkıcı değildi. Herkese yetecek kadar dolap yapılmıştı fakat sadece iki çalışma masası koymuşlardı. Zaten üçüncüsü olsa bile onu koyacak yer kalmamıştı. Ben odaya en son yerleştiğim için çalışma masalarını kaptırmıştım. Ne büyük talihsizlik!

Kaldığım yurtta her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmemişti. Odamın içinde tezgah var ama musluk yok, buzdolabı var ama yiyecek yok, su var ama bardak yok, internet kablosu var ama internet yoktu. 

Yurtta yemek çıkmıyordu. Burada farklı milletlerden insanların olması, farklı damak zevkleri ve farklı dini yasakları beraberinde getirdiği için yurt idaresi bir yemekhane açılmasının imkansız olduğunu düşünmüştü. En azından ben onların böyle düşündüğünü zannediyorum. Bundan dolayı da yemeklerimizi kendimiz yapmak zorunda kalacaktık. 

Bu kadar eksisi olan bir yurda aylık üç yüz elli zlotly (Polonya para birimi) ödeyecektim.

Odaya girdiğimde oda arkadaşlarım yoktu. Odanın yerini bana gösteren hoca, odamdan ayrıldıktan sonra çok yorgun olduğumu hissettim. Daha eşyalarımı dolaplara yerleştirmeden hemen yatmaya yeltendim. Üstümü apar topar çıkarıp uykuya hasret bir şekilde serilip uzandım yatağa.

Gözümü açtığımda oda arkadaşlarımın gelmiş olduğunu gördüm. Beni uyandırmamak için kısık sesle konuşmuşlardı. Çok nazik ruhlu olan bu arkadaşlarla hemen tanıştık. Oda arkadaşlarımdan Biri Fransız diğeri Türk’tü. Türkün adı Serhat idi. Fransız’ın ismi Pierre idi. İngilizceleri iyi düzeydeydi ve akıcı olarak konuşabiliyorlardı. Pierre bana birkaç soru yöneltti fakat konuşması bana çok hızlı geldiği için anlayamadım. Serhat bana yardımcı oldu sağ olsun. Benim ingilizce konuşma düzeyimin berbat olduğundan emin olabilirsiniz. Bana her soru sorulduğunda baston yutmuş gibi olduğum yerde kalakalıyordum ve bir cümle dahi kuramıyorum.

Oda arkadaşlarımdan tanıştıktan sonra hemen yan odada kalan komşularımızla tanıştım. iki Fransız kız kalıyordu. Fransızlar yan komşum olmuştu. İlk kez farklı milletten insanlarla kalıyordum. komşularım dünyanın her tarafından sanki beni görmek için geldiklerini düşünüyordum. Sonra saçmaladığımın farkına varıp yatağıma uzanıyordum.

İlk gün memleketten getirdiğim birkaç kurabiye haricinde bir şey yememiştim. Karnım acıkmaya başlıyordu. Çantam çok ağır olmasın diye yanıma çok az yiyecek almıştım.Odada bir tane buz dolabı vardı. Sanki yeni alınmış gibi tertemizdi. Kapağını birkaç kere açıp kapattım. Her defa aynı manzarayı görmek sinirlerimi bozuyordu. Saat geç olmuştu artık yatmam gerektiğini düşünüyordum. 

Uyandığımda sabah olmuştu. 25 Şubat Pazar sabahıydı. Okulların açılmasına daha bir hafta vardı ve biz bu bir hafta boyunca Üniversite idaresinin kararıyla gruplar halinde sabahları turistik gezilere ve geceleri eğlence mekanlarına gidecektik. Aynı zamanda şehir hakkında ve üniversite hakkında oryantasyon toplantıları yapacaktık. Bu sayede hem şehri tanıyacak, hem de arkadaşlarla tanışma ve kaynaşma fırsatımız olacaktı.

Bugün Varşova müzesine gidecektik. (Warsaw Rising Museum) saat 12.00'de önceden belirlenmiş olan toplantı noktasında bulunmamız gerekiyordu. (Yeri gelmişken söyleyeyim, Polonya saati Türkiye saatine göre iki saat daha geridedir.) Hava buz gibiydi. Üzerimde bir kazak, bir ceket ve bir mont olduğu halde soğuk vücuduma işliyordu. Grup halinde metroya bindik ve müzeye doğru yürüdük.

Warsaw Rising Museum
Müzenin duvarları içten ve dıştan kiremitlerle kaplanmıştı. Bu, mimariye çok estetik bir görünüm kazandırıyordu.

İçeriye girdiğinizde kırmızı tonların çokça kullanıldığı loş bir ortama ayak basıyorsunuz. Müze İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonyalıların Alman faşizmine karşı ve Komünist rejime karşı direnişini konu alıyor. Polonyalıların ne şartlar altında bağımsızlıklarını kazandıkları, kaybedilen askerlerin sevgilileriyle, aileleriyle ve diplomatik olan mektuplarını, Savaşta kullanılan silahları, o dönemde giyilen kıyafetleri ve daha fazlasını kapsıyor. 

Yapı itibariyle çok kompleks görünen müze, içerisinde bir de sahne barındırıyor. Bu sahnede savaş  dönemindeki bazı video kayıtları izlettiriliyor.

Savaş Döneminde Polonya




Müzede gezdiğimiz esnada Serhatla beraber birkaç Türk arkadaşla daha tanıştık. Adları Özgür, Ata, Merve ve Betül idi. Müzeden çıktıktan sonra arkadaşlarımızla beraber şehir merkezine gitmeye karar verdik. 

Şehrin merkezi çok düzenli ve çok gelişmişti. Bir taraftan gösterişli ve tarihi binaların efsunlu güzellikleriyle şaşırıp kalıyorsunuz, diğer taraftan modern yapıdaki gökdelenlerin ve yüksek binaların heybetiyle büyüleniyorsunuz. Biz bu güzel manzaranın keyfini çıkararak büyük bir alışveriş merkezine girdik. Hepimizin karnı açtı ve  artık ayaklarımız bizi restoranların olduğu yere götürüyordu. Acaba ne yesek diye düşünürken gözümüze tavuk dürüm levhası asılı bir restoran takıldı. Hepimiz de oradan iştahla birer tavuk dürüm sipariş ettik. Dürüm gerçekten lezzetliydi. Herkes karnını doyurmuştu. Artık AVM'yi gezecektik. 

Birkaç giyim mağazasına girmiştik ama fiyatlar Türkiye'ye göre daha pahalıyı. Bu biraz canımızı sıkmıştı. Eşyalarımızın kaybolması veya hasar görmesi varsayımları yapmaya başladık ve fiyatlar şayet böyle bir durumla karşılaşırsak bize ağzımızın payını verecekti. 

Türk Arkadaşlarım
Artık yurda dönme vakti gelmişti ve metroya doğru yürüdük. Aslında akşam Erasmus öğrencileri için başka bir program daha vardı ama çok geciktiğimiz için ona katılamadık. Eve geldiğimizde saat 19.00 olmuştu.

26.02.2018

Sabah saat 09.20'de uyandım. aklımda hep İngilizce çalışmam gerektiği düşüncesi vardı. Hemen elime gramer kitabımı aldım ve başladım çalışmaya. Bir saat kadar göz gezdirdikten sonra Pierre ve Serhat uyandı.

Bugün Erasmus Whatsapp grubundan atılan mesaja göre, saat 11.00'da "Oryantasyon Günü" adlı bir program olduğu yazıyordu. Gideceğimiz yer kampüsün içerisindeydi. O yüzden hazırlanırken çok aceleci davranmamıştık. En son geciktiğimizin farkına vardık ve koşar adımlarla bize belirtilen yere ulaştık. İçeriye girdiğimizde program başlamıştı ve içerisi bayağı kalabalıktı. Hemen boş bulduğumuz yere oturduk ve konuşmacıyı dinlemeye başladık.

Konuşmacılar Üniversite hakkında bizleri bilgilendirdi ve Erasmus programından bahsedildi. Yaklaşık bir saat sürmüştü. Konuşmacı konuşmasını bitirdiğini söyledikten sonra dağılmaya başladık. Benim markete gitmem gerekiyordu. Yiyecek hiçbir şeyim yoktu. Birkaç tane balık konservesi, bir kavanoz çilek reçeli, ekmek ve domates salçası aldım. Diğer ürünleri satın alamıyordum çünkü içlerinde domuz eti veya domuzdan elde edilen ürünler olabilirdi. En kısa zamanda helal bir yiyecek mağazası bulmam gerekiyordu.

27.02.2018


Bugün "Görünmez Sergi" adlı bir yere gidilecekti. Serhatla ve geçen AVM'ye beraber gittiğimiz Ata ile başka bir plan kararlaştırdık. Oryantasyon toplantısında bizden bir belge çıkartmamız gerektiğini ve bu belgeyi Polonya Devlet Dairesinden elde edebileceğimizi söylemişlerdi. Biz de bu gün bu işi halledecektik.

Evden çıktığımızda saat 14.00 olmuştu. yürüyerek mi otobüsle mi gideceğimize karar verememiştik. Otobüs bileti gerçekten abartılı bir şekilde pahalıydı. Biletler bilet makinesinden alınıyordu ve kısa mesafe bilet fiyatı 3.40 PLN (Yaklaşık 4TL) ediyordu. Hava soğuk ve rüzgarlı olmasına karşın biletlerdeki bize göre olağanüstü olan fiyat, otobüse binmekten alıkoyuyordu.

Devlet dairesine ulaştığımızda bizle muhatap olabilecek birisini bulmak için biraz uğraştık. Çabalarımız boşa çıkmadı. Orta yaşlarında bir bayan, bizi binanın birinci katına yönlenlendirdi. Sıraya girebilmemiz için de fiş kesti. Sırayla işlemlerimizi alıyordu. Serhat ilk sıradaydı ve işini çok geçmeden bitirdi. Sıra Ata ve bana gelmişti. Ata, İngilizce konuşmakta zorlandığım için memur ile benim aramda iletişimi sağlıyordu. İşlemlerim daha bitmemişken görevli bayan Ata ile bana bugün mesainin bittiğini, saatin dört olduğunu, bu dakikadan itibaren işlemleri devam ettiremeyeceğini söylemesin mi! O sırada keşke otobüse binseydik diye düşünmedik değil.

İçimizden sövdük tabi. Bu kadar disiplinin de aşık usandıracağından dem vurduk üçümüz birden. Hakikaten, trafik o kadar düzenliydi ki, yayalar bile  yaya geçidindeki ışıklara arabaların ışıklara dikkat ettiği kadar dikkat ediyordu. Cezası varmış efendim. Biz de ayak uyduracağız bu sinir gıdıklayan düzen ve disiplin yaşamına. Eleştirdiğimden değil ha, düzenli olmak güzel ama bu biraz fazla güzel.

Vakit yine akşam olmuştu. Güneş arada bir bulutların arasından görünüyordu, fakat şimdi tamamen yok olmuştu. Kaldığımız eve geri döndük.

Akşam saat 19:00'da Whatsapp grubunda bara gidileceğini duyurmuşlardı. Ben öyle yerlere gitmek istemedim. Dini hassasiyetlerim olduğunu, içki içmediğimi ve oradaki ortamın uygun olmayacağını düşündüğüm için gitmeyi reddettim. Serhat ve Ata beraber gittiler.

Akşam yemeği için dünden aldığım balık konservesini açtım ve yemeye koyuldum. iki gündür balık yiyorum. Bakalım ne kadar dayanacağım.

28.02.2018

Sabah uyandığımda saat dokuz civarıydı. Dünkü bara Pierre de gitmişti. Şimdi ikisi de deliksiz uyuyorlardı. Ben de bir tane İngilizce film izlemeye karar verdim. Filmimi bitirdim fakat oda arkadaşlarım halen uyuyorlardı. Gece geç saatte eve gelmiş olmalılar diye düşündüm. Duş almaya geçtim. Duşumu aldıktan sonra bir şeyler atıştırdım. Bir şeyler derken gözünüzde çok seçenekli bir sofra canlandırmayın. Yiyecek sadece reçel ve ekmek vardı. Serhat ta dün kaşar peyniri almıştı. Bir dilim de ondan yedim. dört gündür çay içmiyordum. Hele de kahvaltıda çay içmemek en ağırıydı. Şimdilik sabredecektim ama şehir merkezine inince ilk işim çaydanlık ve kaşık-çatal almak olacaktı.

Serhat ve Pierre uyandılar. Dün biraz içtiklerini, gece saat iki gibi eve döndüklerini ve başlarının ağrıdığını söylediler. Daha sonra da duşlarını alıp kahvaltılarını yaptılar.

Bugünkü programımız saat 13.00'de olacaktı. Royal Park'a gidilecekti. Serhat başının ağrıdığını, biraz dinlenmesi gerektiğini ve bu yüzden de Royal Park'a gitmeyeceğini söyledi. Onun yerine dün dairede Ata ile benim yarım kalan işimizi halledebileceğimizi söyledi. Ben de iyi fikir olduğunu söyleyip hemen kabul ettim. Saat 14.00 civarı evden çıktık. Bu sefer yürümeye hiç niyetimiz yoktu. Otobüse binecektik. İşimizi şansa bırakamazdık. Binanın içine, dünden kalma öfkeyle söve söve girmiştik. Orta yaşlı bayan yine aynı yerde oturuyordu. Bayandan fişi aldıktan sonra yine üst kata çıktık ve işlemlerimiz yapıldı. Sonunda işimiz bitmişti.

Dışarıya çıktık. Otobüse binecektik ki bulunduğumuz bölgede Biedronka isminde bir market olduğunu gördük. Bu marketteki ürünler diğer marketlere göre daha uygundu. Türkiye'deki BİM veya ŞOK markete benzer özelliklere sahipti. Ürünlerinin çoğunda kendi markası vardı. Serhatla oradan ortak bir şekilde kaşar peyniri, makarna, pirinç, reçel, çikolatalı krem ve ekmek almıştık. Eve döndüğümüzde ise hava kararmıştı.

Akşam yemeği için ben yine bir balık konservesi açtım ve ekmek arası yapıp yedim. Artık Rüyamda bile balık yer olmuştum. Öğünümü zenginleştirme vakti gelmişti. Zaten makarna ve pirinç almıştık. Biraz sebze de alırsak güzel yemekler yiyebilirdik.

Bu gece de barda program vardı. Ben yine gitmeyecektim her zamanki gibi. Ata ile Serhat gitmeye hazırlanıyorlardı. Dün çok eğlenmişlerdi orada. Bugün ise saat 22.30'da başlayacaktı program. Kim bilir kaçta gelirlerdi. Pierre de gidiyordu. Ben de çok geç olmadan yatmayı düşünüyordum. Biraz İngilizce gramer kitabına baktım, biraz duvarlara baktım, biraz buzdolabının içine baktım. İçinde bir şey olmadığını bile bile hayal kırıklığına uğrayarak geri kapattım. Erasmus amcayı saygı ve sevgiyle selamladıktan sonra bir film açmaya karar verdim. İzleyelim bakalım, belki yarın uyandığımda şakır şakır İngilizce konuşurum.

Gelecek yazımda görüşmek üzere...

Paylaş

Benzer Yayınlar

3 yorum

Write yorum