Polonya'da Erasmus Maceram - 3


EN GARİP ÜÇ SÖZCÜK

Gelecek dediğimde,
geleceğin ilk hecesi çoktan geçmiş oluyor.

Sessizlik dediğimde,
onu bozuyorum.

Hiç dediğimde,
hiçbir hiçliğe sığmayan bir şey ortaya çıkartıyorum.

---------------------------------------------------------------------------------

İnsan nasıl bir ironi, düşünceler ne kadar da bulanık. Doğruluğundan şüphe dahi etmediğimiz olgular, ne kadar da sahte. Her nesil, bir önceki neslin teranesini çalıyor sanki. Kendimizi bile yalanlıyoruz bir saniye düşünmeden.

 Yukarıdaki satırlar, Polonya'nın Nobel ödüllü kadın şairi Wislawa Szymborska tarafından yazılmış. Şimdilerde yaşadığım bu terbiye edici, sabrı öğreten, zor mizaçlı topraklar, nice büyük sanatçı çıkartmış. Bu topraklarda şimdiye kadar tam yedi edebiyatçı, Nobel ödülüne layık görülmüş.Yalnız coğrafyanın hırçınlığı değil, biraz da toplumun yaşamış olduğu trajik savaşlar, geçirdiği depresyonlar, özgürlük, bağımsızlık mücadelesi gibi meseleler de bu toprakların humusu, insanların mayası olmuş. 

Biz biliriz ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Sonunda bu topraklara da sükunet gelmiş, selamet gelmiş. Şimdilerde bağımsızlık telaşesinde olmayan tatlı bir rüzgar esiyor buralarda.

İnsan, doğa şartlarının en ağırında yaşar da, vatansız, bayraksız yaşayamazmış. İlk dersimi aldım buradan, en azından azıksız dönmeyeceğimi biliyorum memleketime.

01.03.2018

Dün gece Ata ve Serhat eğlenmek için bara gitmişlerdi. Saat on iki olmasına rağmen Serhat halen derin bir uykudaydı. Pierre de bara gitmiş ve o da aynı Serhat gibi uyuyordu. Dün en az iki şişe devirdiklerinden adım gibi emindim. 

Sonunda gecenin yıldızları uyanmıştı. Kafalarında dünden kalma bir ağrı vardı. İçtikleri her hallerinden belli oluyordu. İkisi de duş yapmak istediklerini, bu sayede kendilerine geleceklerini söylediler.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra Serhat'a, dün gece Ata ile beraber neler yaptıklarını sordum. O da, gece  barda yarışma yaptıklarını, yarışmada içkiyle beraber aynı anda can yakıcı olan göze limon sıkma, acı biber yeme, soğan veya sarımsakla bira içme gibi fiillerde bulunduklarını, ve bu fiilleri en hızlı şekilde tamamlayıp en zorunu başaran grubun yarışmayı kazandığını söyledi. ilk başta yarışma, bana tuhaf gelse de eğlenceli olduğu su götürmezdi. Bizim Serhat ile Ata da yarışmaya katılmışlar ve aynı anda hem bira içmişler hem gözlerine limon sıkmışlar hem de sarımsak yemişler.

Serhat dün gece yaptıklarını güle güle anlatıyordu. Bulunduğu grup, yarışmayı kaybetmiş olsa da eğlendiği gözlerinden belliydi.  

Bugün Erasmus ekibi saat 12.30'da Kültür ve Bilim Sarayı'na (Culture and Science Palace) gezi düzenleyecekti. Serhat dünden kalma yorgunluğunu üzerinden atamadığı için bu geziye katılmak istemedi. Ben ise Serhatla konuşmamı bitirdikten sonra ani bir karar alarak geziye katıldım. 

Arkamdaki Büyük Yapı Kültür ve Bilim Sarayı

Şehrin merkezine konuşlanmış olan bu görkemli yapı, SSCB döneminden kalma bir yapıymış. İçerisi oldukça göz alıcı bir şekilde dekore edilmişti. Avizeler altın kaplamalı, yerler ve duvarlar mermer döşemeli ve her yer kırmızı halılarla kaplıydı. Toplamda otuz katlı bir yapı olan Varşova Kültür ve Bilim Sarayı, şüphesiz şehrin en dikkat çeken yapısıydı.

Grubumuzla Beraber Bir Kare

En üst kata çıkmadan bu güzel yapıyı gezmiş sayılmazdık. Şehrin manzarasını yeni yetme gökdelenler ve yüksek yapılar biraz bozsa da, son derece seyir keyfi veren bir manzarayla karşılaştık.




Arkadaşlarla hatıra pozu vermeyi de unutmadık tabi.

Türk Arkadaşlarımla Beraber Bir Kare

Kırgız Arkadaşımla Bir Kare

Böyle güzel bir mekanda Erasmus ekibi olarak ta fotoğraf çekilmeyi unutmadık.


Bu renkli gezimiz saat 15.00 civarında sonlanmıştı. Türk arkadaşlarla beraber gruptan ayrılmayı düşünüyorduk. Aklımızda, saraya çok yakın olan alışveriş merkezine gitmek vardı. Sürüden ayrılanı kurt kapardı ama biz de başlı başına bir sürüydük, beş kişiydik. Önce ucuzluğuyla ün yapmış bir zücaciye mağazasına girdik, oradan bardak, kaşık ve çatal aldık. Sonra ayaklarımız bizi yemek yiyebileceğimiz mekanlara götürmeye başladı. Karnımız gerçekten çok açtı. 

Ben yine dürüm yemeyi tercih ettim. Başka bir yiyeceğe güvenemiyordum. Domuz eti katıştırma olasılıkları yüksek olabilirdi. Sinan adlı arkadaşım da bana eşlik ederek tavuk dürüm sipariş etmişti.

Yemeklerimizi yedikten sonra AVM'nin aşağı katında bulunan bir telekomünikasyon bayisine girdik. İnternet kullanabilmem için sim kart çıkartmam gerekiyordu. Bir çok arkadaşım çıkartmıştı fakat benim İngilizcem pek iyi olmadığından tek başıma gitmeye cesaret edememiştim. 

Sonunda sim kartımı da çıkartmıştım. Gerçekten çok mutlu olmuştum. Okulun yurduna döner dönmez ailemi aradım. 

Çok güzel ve keyifli bir gündü. Yeni arkadaşlıklar kurdum, yeni yerler gördüm, yeni bilgiler edindim.

Bugün, Erasmus formatına en uygun şekilde geçirdiğim günüm oldu diyebilirim.

02.03.2018

Uyandığımda saat dokuz civarıydı. Bugün Cuma günü olduğundan dolayı bir cami bulmam ve oraya gitmem gerekiyordu. Haritadan baktığıma göre Varşova'da gidebileceğim yalnızca üç cami vardı. Bana en yakın olanı iki kilometre uzaklıktaydı. 

Erkenden, saat 10.30 civarında yola koyuldum. Düşüncemde otobüse binmek yoktu. Yürüyerek gitmeyi istedim. Ama bir sorun vardı. Telefonumun şarjı azdı ve ben yönümü navigasyonla bulacaktım. Yine de göze alınmaması gereken bu riski göze alacaktım. Yolda korktuğum başıma geldi. Telefonum kapandı ve içimde büyük bir huzursuzluk duymaya başladım: "Keşke otobüse binseydim, namazı riske attım" diyordum. Neyse ki telefonun kapanma ihtimaline karşın gitmem gereken yolu harita üzerinde ezber yapmaya çalışmıştım. Ancak hatırlayabildiğim kadarıyla camiyi bulabilirdim. 

Namazın kaçma ihtimaline rağmen düşüncesizce almış olduğum bu karar sonucunda hayal kırıklığına uğramadıım. Haritayı doğru hatırlayarak camiye varmıştım. Camide olmak beni çok mutlu etmişti.

Centrum Kultury Islamu


İmam hutbeye çıktı. Hutbenin, alışmış olduğum üzere Türkçe verileceğini düşünüyordum. Hutbenin 
Arapça devam etmesi üzerine bu düşüncem aklımdan silindi. İmam, sözlerini bitirdikten sonra Polonyalı olduğu belli olan genç bir adam mikrofonu aldı ve hutbeyi özet halinde Lehçe ve İngilizce dillerinde okudu. Farklı uyrukta birçok kişi camideydi. Değişik milletlerin aynı Allah'a inanmasını görmek, muhteşem bir duyguydu.

Eve geri dönerken camiye ulaşmak için kullanmış olduğum yolu kullandım. Bu sayede rahatlıkla evime ulaştım. 

03.02.2018

Uyandığımda odada kimse yoktu. Aslında dün bana söylemişlerdi; Serhat, Pierre ve yan odada kalan iki Fransız kız, beraberce Varşova'dan iki saat uzaklıktaki bir şehre gideceklerdi. Erkenden evden çıkmışlardı ve ben onları görememiştim.

Bugün tek başıma bir gün geçirecektim. Oda bana aitti. Her zamanki gibi çilek reçeli ve kaşar peyniriyle artık gelenekselleşmiş olan kahvaltımı yaptım. 

Dışarıda kar yağıyordu. Burada bulunduğum günden beri ilk kez böylesine hızlı kar yağdığını görüyordum. Her yer bembeyaz olmuştu. Bu havada arkadaşlarımın nasıl gezeceklerini düşündüm. Elbet bir yolunu bulurlar diyerek duş almaya geçtim. Dün akşam nedenini bilmediğim bir kaşıntı tutmuştu beni. Bir şeylerin bende alerji yapmış olabileceğini düşünüyordum. Geceleyin az daha kaşıntının bende oluşturduğu sinirden dolayı çığlık atacaktım. Yıkandıktan sonra bile bir kaşıntı hissi vardı.

İnternet üzerinden ailemle görüştükten sonra vakit ikindi olmuştu bile. Yalnızlık duygumun depreştiğini hissettim. Bastırmak için müzik dinlemeyi düşündüm. Telefonumu elime aldım ve Göksel Baktagir'in "Hayal Gibi" adlı eserini dinlemeye başladım. Müziğin her nağmesi, her tınısı ruhuma işliyordu. Bazen boşluğa, bazen kıyılara, bazen sorunların tam ortasına atıyordu beni. Ama o efsunlu nağmelerde istediğim hayali kurabiliyordum. Kurduğum hayallerde yaşayabiliyordum. Bundan büyük zenginlik mi olur. Benim için bu, sonsuz bir zenginlik...

Saat gecenin on ikisi olmuştu ve oda arkadaşlarım halen gelmemişti.

04.03.2018

Uyandığımda saat 10.00 olmuştu. Serhatlar gelmişlerdi ve yataklarında uyuyorlardı. Bugün hava güneşliydi ve iki dereceydi. Bu inanılmazdı. Dün eksi on beş derece olan, yoğun kar yağışlı havanın aksine bugün güneşli, berrak ve nispeten sıcak bir hava vardı. Yürüyüş yapmak için idealdi fakat dışarı çıkmak istemedim. Oda arkadaşlarımın uyanmasını bekledim. Beraber kahvaltımızı yaptıktan sonra Serhat; dışarı çıkmak istediğini, markete gideceğini ve akşam yemeği için bir şeyler alacağını söyledi. 

Akşam yemeğimi yedikten sonra, Serhat'ın da tavsiyesiyle bir dizi izlemeye karar verdim. Serhat, Breaking Bad adlı dizinin güzel olduğunu, kendisinin seyrettiğini ve içerisinde bolca günlük konuşmalar geçtiğini söyledi. Başlayalım bakalım.

05.03.2018 

Pes ediyorum. Artık yalnız çilek reçeli, kaşar peyniri ve konserve balık yemeyeceğim. Sıcak yemek istiyorum. Ne lazımsa bugün alacağım.

Saat üç gibi evden çıktım. Hedefimde mutfak eşyalarından yiyecek malzemelerine kadar bana lazım olan her şeyi bulabileceğim bir yer arayışındaydım. Auchen adında büyük bir market buldum. Kaldığım evden on iki kilometre uzaklıktaydı. İki otobüs değiştirmem gerekiyordu. Benim için hiç fark etmezdi. Artık sıcak yemek pişirmek istiyordum. Bunun için tencere ve tava aldım. Daha sonra lazım olacağını düşündüğüm süzgeç, plastik kova, tabak, bardak, çaydanlık ve bir sürü yiyecek satın aldım. Toplamda iki yüz otuz Zlotly (Yaklaşık iki yüz yetmiş TL) harcamıştım. Hiç bir pişmanlık duymuyordum. Bundan sonra yemek yapabilecektim ve çay içebilecektim.

Saat sekiz olmuştu eve vardığımda. Yanlış otobüse bindiğimden dolayı gecikmiştim. Neyse ki uzun bir yol yürümedim. Eşyalarımı odama bıraktıktan sonra bezelye yapmaya karar verdim. Gerekli olan malzemeleri çıkarttım ve yemeğimi yaptım. Saat dokuz buçuk olmuştu ve ben daha yeni yemek yiyecektim. Tek tesellim, bundan sonra pek yemek sıkıntısı çekmeyecek olmamdı.

06.03.2018

İlk kez zengin içerikli bir kahvaltı yapıyordum. Kahvaltımda krem peynir, fıstık ezmesi, reçel, bal, domates ve çay vardı. Kahvaltımın keyfini doya doya çıkartmıştım ve üç büyük bardak çay içmiştim. Nasıl keyiflendiğimi anlatamam.

Bir arkadaşımın bana verdiği habere göre okul yurdu sorumlusu beni yanına çağırmış. Doldurmam gereken evraklarda bir yanlışlık yaptığımı ve bu yanlışı acilen düzeltmem gerektiğini söylemiş. Ne olduğunu çok merek ettim. En kısa zamanda sorumlunun yanına gideceğim.

Akşam saat sekiz civarıydı. Serhatla odada oturuyorduk. Bitki çayı demlemiştik ve çayımızın keyfini çıkartıyorduk. O esnada derin bir sohbete daldık. Yeni bir dil nasıl öğrenilir hakkında, din hakkında ve Polonya hakkında konuşmuştuk. Ben bu sohbetten çok keyif almıştım.

Bu geceki sohbetimizin ardından oda arkadaşlarımla bir fotoğraf çekilmek istedik. Herkes yerini almıştı.

Soldaki Pierre, Sağdaki Serhat

Yarın derslerim başlıyor. toplamda yedi dersim var ve üç tanesine yarın girmem gerekiyor. Zorlu bir gün beni bekliyor.

Umarım bu dönem sorunsuz bir şekilde derslerden geçerim, mutlu bir şekilde evime dönerim.

Gelecek yazımda görüşmek üzere...


Polonya'da Erasmus Maceram - 2


Polonya maceram son hızıyla devam ederken, bir yandan da yaşadığım duyguları size anlatmanın sevincini yaşıyorum. Bu yazı, bir önceki yazımın devamı niteliğinde olup, Polonya’daki ilk günlerimi konu almaktadır.

Şehrin Uçaktan
Görünümü
.
Uçağım Varşova’da bulunan Friedrik Chopin Hava alanına iniş yapmıştı. Şehrin soğuğu, benim gibi bir Hataylı için felç geçirme sebebi olabilirdi. Uçağın yanına bir otobüs yaklaştı ve bizi hava limanı binasına doğru götürdü. Pasaport kontrollerimiz yapıldıktan sonra nihayet işlemlerimiz bitmişti. Yol arkadaşımla beraber çantalarımızı aldık ve şehir otobüslerinin olduğu yere doğru gittik.


Yusuf, kendisinin başka bir şehre gideceğini, üniversitesinin Poznan adlı bir şehirde olduğunu, Varşova’ya tam on saat uzaklıkta olduğunu ve bu yüzden otogara gitmesi gerektiğini söyledi. Artık yollarımız Yusuf ile orada ayrılacaktı. Ben tek başıma üniversiteyi bulmak zorunda kalacaktım.

Yusuf ile Atina Hava Limanı'nda Çekildiğimiz bir Fotoğraf
Biraz kötü hissettiğimi itiraf etmeliyim. Nerede ineceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Yalnızca hangi otobüse bineceğimi biliyordum. Durakta bekliyorken sonunda beni üniversiteye götürecek otobüs geldi ve pek de cesaretli olmayan adımlarla otobüsün içine girdim.

Açıkçası biraz tedirgindim. Akıbetim hakkında pek düşünemiyordum.  Daha sonra otobüsün içinde şehre yeni geldikleri belli olan, elleri valiz dolu üç genç fark ettim. Yanlarında da sanki onlara şehri tanıtır gibi konuşan genç bir bayan vardı. İngilizce konuşuyorlardı. Konuşmaları arasında birkaç kelimeyi seçebiliyordum. Daha sonra Erasmus hakkında konuşmaya başladılar. Ben bunu duyunca garip bir rahatlık hissettim. Yanlarına yaklaştım ve kendimi tanıttım. Onlar da Erasmus programıyla Polonya’ya gelmişlerdi ve şansa bakın ki bu üç genç Türkiye’den gelmişlerdi. Aslen ikisi Kırgızlı ve biri Pakistanlı olup Türkiye’ye öğrenim görmek için gittiklerini ve şu an üçüncü sınıfta olduklarını söylediler. İyi düzeyde Türkçe konuşuyorlardı. O anda ne kadar rahatladığımı anlatamam.

Hem İngilizceyi hem de Türkçeyi iyi düzeyde konuşan bu arkadaşların bana çok yardımı dokundu ve nihayetinde kalacağım yurdu buldum. Bana eşlik eden bir hocanın yardımlarıyla odama girdim.
Oda, üç kişilik bir odaydı ve ancak on beş metrekare gelirdi. Oda küçük olsa da içi güneş alıyordu. Bu nedenle içi sıkıcı değildi. Herkese yetecek kadar dolap yapılmıştı fakat sadece iki çalışma masası koymuşlardı. Zaten üçüncüsü olsa bile onu koyacak yer kalmamıştı. Ben odaya en son yerleştiğim için çalışma masalarını kaptırmıştım. Ne büyük talihsizlik!

Kaldığım yurtta her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmemişti. Odamın içinde tezgah var ama musluk yok, buzdolabı var ama yiyecek yok, su var ama bardak yok, internet kablosu var ama internet yoktu. 

Yurtta yemek çıkmıyordu. Burada farklı milletlerden insanların olması, farklı damak zevkleri ve farklı dini yasakları beraberinde getirdiği için yurt idaresi bir yemekhane açılmasının imkansız olduğunu düşünmüştü. En azından ben onların böyle düşündüğünü zannediyorum. Bundan dolayı da yemeklerimizi kendimiz yapmak zorunda kalacaktık. 

Bu kadar eksisi olan bir yurda aylık üç yüz elli zlotly (Polonya para birimi) ödeyecektim.

Odaya girdiğimde oda arkadaşlarım yoktu. Odanın yerini bana gösteren hoca, odamdan ayrıldıktan sonra çok yorgun olduğumu hissettim. Daha eşyalarımı dolaplara yerleştirmeden hemen yatmaya yeltendim. Üstümü apar topar çıkarıp uykuya hasret bir şekilde serilip uzandım yatağa.

Gözümü açtığımda oda arkadaşlarımın gelmiş olduğunu gördüm. Beni uyandırmamak için kısık sesle konuşmuşlardı. Çok nazik ruhlu olan bu arkadaşlarla hemen tanıştık. Oda arkadaşlarımdan Biri Fransız diğeri Türk’tü. Türkün adı Serhat idi. Fransız’ın ismi Pierre idi. İngilizceleri iyi düzeydeydi ve akıcı olarak konuşabiliyorlardı. Pierre bana birkaç soru yöneltti fakat konuşması bana çok hızlı geldiği için anlayamadım. Serhat bana yardımcı oldu sağ olsun. Benim ingilizce konuşma düzeyimin berbat olduğundan emin olabilirsiniz. Bana her soru sorulduğunda baston yutmuş gibi olduğum yerde kalakalıyordum ve bir cümle dahi kuramıyorum.

Oda arkadaşlarımdan tanıştıktan sonra hemen yan odada kalan komşularımızla tanıştım. iki Fransız kız kalıyordu. Fransızlar yan komşum olmuştu. İlk kez farklı milletten insanlarla kalıyordum. komşularım dünyanın her tarafından sanki beni görmek için geldiklerini düşünüyordum. Sonra saçmaladığımın farkına varıp yatağıma uzanıyordum.

İlk gün memleketten getirdiğim birkaç kurabiye haricinde bir şey yememiştim. Karnım acıkmaya başlıyordu. Çantam çok ağır olmasın diye yanıma çok az yiyecek almıştım.Odada bir tane buz dolabı vardı. Sanki yeni alınmış gibi tertemizdi. Kapağını birkaç kere açıp kapattım. Her defa aynı manzarayı görmek sinirlerimi bozuyordu. Saat geç olmuştu artık yatmam gerektiğini düşünüyordum. 

Uyandığımda sabah olmuştu. 25 Şubat Pazar sabahıydı. Okulların açılmasına daha bir hafta vardı ve biz bu bir hafta boyunca Üniversite idaresinin kararıyla gruplar halinde sabahları turistik gezilere ve geceleri eğlence mekanlarına gidecektik. Aynı zamanda şehir hakkında ve üniversite hakkında oryantasyon toplantıları yapacaktık. Bu sayede hem şehri tanıyacak, hem de arkadaşlarla tanışma ve kaynaşma fırsatımız olacaktı.

Bugün Varşova müzesine gidecektik. (Warsaw Rising Museum) saat 12.00'de önceden belirlenmiş olan toplantı noktasında bulunmamız gerekiyordu. (Yeri gelmişken söyleyeyim, Polonya saati Türkiye saatine göre iki saat daha geridedir.) Hava buz gibiydi. Üzerimde bir kazak, bir ceket ve bir mont olduğu halde soğuk vücuduma işliyordu. Grup halinde metroya bindik ve müzeye doğru yürüdük.

Warsaw Rising Museum
Müzenin duvarları içten ve dıştan kiremitlerle kaplanmıştı. Bu, mimariye çok estetik bir görünüm kazandırıyordu.

İçeriye girdiğinizde kırmızı tonların çokça kullanıldığı loş bir ortama ayak basıyorsunuz. Müze İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonyalıların Alman faşizmine karşı ve Komünist rejime karşı direnişini konu alıyor. Polonyalıların ne şartlar altında bağımsızlıklarını kazandıkları, kaybedilen askerlerin sevgilileriyle, aileleriyle ve diplomatik olan mektuplarını, Savaşta kullanılan silahları, o dönemde giyilen kıyafetleri ve daha fazlasını kapsıyor. 

Yapı itibariyle çok kompleks görünen müze, içerisinde bir de sahne barındırıyor. Bu sahnede savaş  dönemindeki bazı video kayıtları izlettiriliyor.

Savaş Döneminde Polonya




Müzede gezdiğimiz esnada Serhatla beraber birkaç Türk arkadaşla daha tanıştık. Adları Özgür, Ata, Merve ve Betül idi. Müzeden çıktıktan sonra arkadaşlarımızla beraber şehir merkezine gitmeye karar verdik. 

Şehrin merkezi çok düzenli ve çok gelişmişti. Bir taraftan gösterişli ve tarihi binaların efsunlu güzellikleriyle şaşırıp kalıyorsunuz, diğer taraftan modern yapıdaki gökdelenlerin ve yüksek binaların heybetiyle büyüleniyorsunuz. Biz bu güzel manzaranın keyfini çıkararak büyük bir alışveriş merkezine girdik. Hepimizin karnı açtı ve  artık ayaklarımız bizi restoranların olduğu yere götürüyordu. Acaba ne yesek diye düşünürken gözümüze tavuk dürüm levhası asılı bir restoran takıldı. Hepimiz de oradan iştahla birer tavuk dürüm sipariş ettik. Dürüm gerçekten lezzetliydi. Herkes karnını doyurmuştu. Artık AVM'yi gezecektik. 

Birkaç giyim mağazasına girmiştik ama fiyatlar Türkiye'ye göre daha pahalıyı. Bu biraz canımızı sıkmıştı. Eşyalarımızın kaybolması veya hasar görmesi varsayımları yapmaya başladık ve fiyatlar şayet böyle bir durumla karşılaşırsak bize ağzımızın payını verecekti. 

Türk Arkadaşlarım
Artık yurda dönme vakti gelmişti ve metroya doğru yürüdük. Aslında akşam Erasmus öğrencileri için başka bir program daha vardı ama çok geciktiğimiz için ona katılamadık. Eve geldiğimizde saat 19.00 olmuştu.

26.02.2018

Sabah saat 09.20'de uyandım. aklımda hep İngilizce çalışmam gerektiği düşüncesi vardı. Hemen elime gramer kitabımı aldım ve başladım çalışmaya. Bir saat kadar göz gezdirdikten sonra Pierre ve Serhat uyandı.

Bugün Erasmus Whatsapp grubundan atılan mesaja göre, saat 11.00'da "Oryantasyon Günü" adlı bir program olduğu yazıyordu. Gideceğimiz yer kampüsün içerisindeydi. O yüzden hazırlanırken çok aceleci davranmamıştık. En son geciktiğimizin farkına vardık ve koşar adımlarla bize belirtilen yere ulaştık. İçeriye girdiğimizde program başlamıştı ve içerisi bayağı kalabalıktı. Hemen boş bulduğumuz yere oturduk ve konuşmacıyı dinlemeye başladık.

Konuşmacılar Üniversite hakkında bizleri bilgilendirdi ve Erasmus programından bahsedildi. Yaklaşık bir saat sürmüştü. Konuşmacı konuşmasını bitirdiğini söyledikten sonra dağılmaya başladık. Benim markete gitmem gerekiyordu. Yiyecek hiçbir şeyim yoktu. Birkaç tane balık konservesi, bir kavanoz çilek reçeli, ekmek ve domates salçası aldım. Diğer ürünleri satın alamıyordum çünkü içlerinde domuz eti veya domuzdan elde edilen ürünler olabilirdi. En kısa zamanda helal bir yiyecek mağazası bulmam gerekiyordu.

27.02.2018


Bugün "Görünmez Sergi" adlı bir yere gidilecekti. Serhatla ve geçen AVM'ye beraber gittiğimiz Ata ile başka bir plan kararlaştırdık. Oryantasyon toplantısında bizden bir belge çıkartmamız gerektiğini ve bu belgeyi Polonya Devlet Dairesinden elde edebileceğimizi söylemişlerdi. Biz de bu gün bu işi halledecektik.

Evden çıktığımızda saat 14.00 olmuştu. yürüyerek mi otobüsle mi gideceğimize karar verememiştik. Otobüs bileti gerçekten abartılı bir şekilde pahalıydı. Biletler bilet makinesinden alınıyordu ve kısa mesafe bilet fiyatı 3.40 PLN (Yaklaşık 4TL) ediyordu. Hava soğuk ve rüzgarlı olmasına karşın biletlerdeki bize göre olağanüstü olan fiyat, otobüse binmekten alıkoyuyordu.

Devlet dairesine ulaştığımızda bizle muhatap olabilecek birisini bulmak için biraz uğraştık. Çabalarımız boşa çıkmadı. Orta yaşlarında bir bayan, bizi binanın birinci katına yönlenlendirdi. Sıraya girebilmemiz için de fiş kesti. Sırayla işlemlerimizi alıyordu. Serhat ilk sıradaydı ve işini çok geçmeden bitirdi. Sıra Ata ve bana gelmişti. Ata, İngilizce konuşmakta zorlandığım için memur ile benim aramda iletişimi sağlıyordu. İşlemlerim daha bitmemişken görevli bayan Ata ile bana bugün mesainin bittiğini, saatin dört olduğunu, bu dakikadan itibaren işlemleri devam ettiremeyeceğini söylemesin mi! O sırada keşke otobüse binseydik diye düşünmedik değil.

İçimizden sövdük tabi. Bu kadar disiplinin de aşık usandıracağından dem vurduk üçümüz birden. Hakikaten, trafik o kadar düzenliydi ki, yayalar bile  yaya geçidindeki ışıklara arabaların ışıklara dikkat ettiği kadar dikkat ediyordu. Cezası varmış efendim. Biz de ayak uyduracağız bu sinir gıdıklayan düzen ve disiplin yaşamına. Eleştirdiğimden değil ha, düzenli olmak güzel ama bu biraz fazla güzel.

Vakit yine akşam olmuştu. Güneş arada bir bulutların arasından görünüyordu, fakat şimdi tamamen yok olmuştu. Kaldığımız eve geri döndük.

Akşam saat 19:00'da Whatsapp grubunda bara gidileceğini duyurmuşlardı. Ben öyle yerlere gitmek istemedim. Dini hassasiyetlerim olduğunu, içki içmediğimi ve oradaki ortamın uygun olmayacağını düşündüğüm için gitmeyi reddettim. Serhat ve Ata beraber gittiler.

Akşam yemeği için dünden aldığım balık konservesini açtım ve yemeye koyuldum. iki gündür balık yiyorum. Bakalım ne kadar dayanacağım.

28.02.2018

Sabah uyandığımda saat dokuz civarıydı. Dünkü bara Pierre de gitmişti. Şimdi ikisi de deliksiz uyuyorlardı. Ben de bir tane İngilizce film izlemeye karar verdim. Filmimi bitirdim fakat oda arkadaşlarım halen uyuyorlardı. Gece geç saatte eve gelmiş olmalılar diye düşündüm. Duş almaya geçtim. Duşumu aldıktan sonra bir şeyler atıştırdım. Bir şeyler derken gözünüzde çok seçenekli bir sofra canlandırmayın. Yiyecek sadece reçel ve ekmek vardı. Serhat ta dün kaşar peyniri almıştı. Bir dilim de ondan yedim. dört gündür çay içmiyordum. Hele de kahvaltıda çay içmemek en ağırıydı. Şimdilik sabredecektim ama şehir merkezine inince ilk işim çaydanlık ve kaşık-çatal almak olacaktı.

Serhat ve Pierre uyandılar. Dün biraz içtiklerini, gece saat iki gibi eve döndüklerini ve başlarının ağrıdığını söylediler. Daha sonra da duşlarını alıp kahvaltılarını yaptılar.

Bugünkü programımız saat 13.00'de olacaktı. Royal Park'a gidilecekti. Serhat başının ağrıdığını, biraz dinlenmesi gerektiğini ve bu yüzden de Royal Park'a gitmeyeceğini söyledi. Onun yerine dün dairede Ata ile benim yarım kalan işimizi halledebileceğimizi söyledi. Ben de iyi fikir olduğunu söyleyip hemen kabul ettim. Saat 14.00 civarı evden çıktık. Bu sefer yürümeye hiç niyetimiz yoktu. Otobüse binecektik. İşimizi şansa bırakamazdık. Binanın içine, dünden kalma öfkeyle söve söve girmiştik. Orta yaşlı bayan yine aynı yerde oturuyordu. Bayandan fişi aldıktan sonra yine üst kata çıktık ve işlemlerimiz yapıldı. Sonunda işimiz bitmişti.

Dışarıya çıktık. Otobüse binecektik ki bulunduğumuz bölgede Biedronka isminde bir market olduğunu gördük. Bu marketteki ürünler diğer marketlere göre daha uygundu. Türkiye'deki BİM veya ŞOK markete benzer özelliklere sahipti. Ürünlerinin çoğunda kendi markası vardı. Serhatla oradan ortak bir şekilde kaşar peyniri, makarna, pirinç, reçel, çikolatalı krem ve ekmek almıştık. Eve döndüğümüzde ise hava kararmıştı.

Akşam yemeği için ben yine bir balık konservesi açtım ve ekmek arası yapıp yedim. Artık Rüyamda bile balık yer olmuştum. Öğünümü zenginleştirme vakti gelmişti. Zaten makarna ve pirinç almıştık. Biraz sebze de alırsak güzel yemekler yiyebilirdik.

Bu gece de barda program vardı. Ben yine gitmeyecektim her zamanki gibi. Ata ile Serhat gitmeye hazırlanıyorlardı. Dün çok eğlenmişlerdi orada. Bugün ise saat 22.30'da başlayacaktı program. Kim bilir kaçta gelirlerdi. Pierre de gidiyordu. Ben de çok geç olmadan yatmayı düşünüyordum. Biraz İngilizce gramer kitabına baktım, biraz duvarlara baktım, biraz buzdolabının içine baktım. İçinde bir şey olmadığını bile bile hayal kırıklığına uğrayarak geri kapattım. Erasmus amcayı saygı ve sevgiyle selamladıktan sonra bir film açmaya karar verdim. İzleyelim bakalım, belki yarın uyandığımda şakır şakır İngilizce konuşurum.

Gelecek yazımda görüşmek üzere...